Gölgelerin savaşı

İsrail’le Hamas savaşı her 8 dakikada bir Filistinli bir çocuğun öldüğü “yürek parçalayıcı dramlarla” sürerken hala “başlangıç kilometre taşı” mercek altında.

“İsrail istihbarat örgütleri nasıl oldu da Hamas’ın 7 Ekim barbar saldırısını atladı?..”

Yazılanlar, konuşulanlar arasında ortak paydayı yansıtayım:

“İsrail iktidarları özellikle Netanyahu yönetiminde istihbarat örgütlerinin insana dayalı saha çalışmalarını
geri plana ittiler.”

Yani…

Gazze içinde casus ağını -neredeyse- kaldırarak “yüksek teknolojiye dayalı istihbarat ve engelleme sistemine” yoğunlaştılar.

Gazze’yle aralarında yükselttikleri beton çitlere, helezon jilet tellere, elektronik alarm gözlerine güvendiler.

O kadar ki…

Çitlere yerleştirilmiş makineli tüfeklerin başlarında İsrailli askerler yoktu.

Bu silahlar -alarm geldiği anda- uzaktan kumandayla ateşe geçmek üzere kurgulanmışlardı.

Görünürde devletler, örgütler savaşır, gölgelerdeki savaş ise casuslar arasındadır.

BAŞKAN REAGAN İSTİHBARAT ELAMANI

Bu bağlamda “istihbarat” ekseninde yayınlar yoğun.

Bunlardan biri olan “Gölgelerin Savaşı’nda” Mehmet Yüce Katırcıoğlu “ABD Başkanlarından Ronald Reagan’ın önceki yıllarında FBI ajanı olduğunu” yazdı.

Kod adı “T-on…”

ABD istihbarat kurumu FBI’ın açılımı da ilginçtir.

Sırasıyla Fidelity (sadakat), Bravery (cesaret), Integrity (dürüstlük) kelimelerinin baş harflerinden oluşur.

Bunlar istihbaratçıda aranan üç temel özelliktir.

FBI’n resmi adının da baş harfleri kurumun açık adıdır; “Federal Bureau
of Investigation…”

Belirteyim ki Sovyetler Birliği’nde Yuri Andropov da Devlet Başkanı olmadan önce İstihbarat Örgütü KGB’nin başkanıydı. (Komitet Gosudarsvenoy Bezopasnosti-
Devlet Güvenlik Komitesi)

Putin de KGB’de yarbay rütbesiyle ajandı.

Sonrasında KGB’nin yerine kurulan istihbarat örgütünün başına geçti.

ABD Başkanı Bush (baba) da Beyaz Saray’dan önce CIA Başkanıydı.

Esrarengiz Rudolf von Sebottendorff (solda), Nuri Killigil (ortada), Remzi Denker (sağda). 1939 yılında çekildiği düşünülen bir fotoğraf.

HİTLER’İN İSTANBUL ÖZSUYU

Merhum Aytunç Altındal “Bilinmeyen Hitler” adlı kitabında belgeye dayanarak önemli bir bilgi açıklamıştı.

Onu yetiştiren gizli bir örgüt vardı ve bu örgütün kökleri İstanbul’a uzanıyordu.

Bu örgütün lideri aristokrat bir aileden gelen Baron Rudolf von Sebottendor’tu.

Esrarengiz bir adamdı.

Almanya’da doğmuş, 1900’lü yılların başında İstanbul’a gelmişti.

Misyonu, “Osmanlı’ya karşı İstanbul’daki Almanları örgütlemekti.”

Örgütünün adı “Thule Gesellschaft”dı.

“Alman Milliyetçileri” mesajını veriyordu.

İstanbul’dayken Baron Sebottendor’e Osmanlı tabiyetini de verilmişti.

Şefik Hüsnü adını almıştı.

Bektaşi Tarikatına girmişti.

Osmanlı pasaportu vardı.

1913 yılında Almanya’ya geri döndü.

“Thule Cemiyeti”nin yanı sıra 1919’da Alman İşçi Partisi’ni kurdu. Bu parti kısa süre sonra Nasyonal Sosyalistlerle (Milliyetçi Sosyalistler) birleşti. Nazi (Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi) oluştu.

Tam o sıralarda Adolf Hitler Alman istihbaratı tarafından bu partinin içine “casus” olarak yollanmıştı.

Zararlı faaliyetlerde bulunduğu yolunda kuşkular veren Nazi’ler hakkında devlete bilgi sızdıracaktı.

Ancak…

Hitler çok geçmeden bu partinin fikirlerinden etkilendi ve Baron Sebottendorf’un himayesiyle ve
desteğiyle yetiştirildi.

Ve Thule Cemiyetinin büyük iş adamlarından oluşan 1.200 aristokrat ve burjuva üyelerinin de onayıyla partinin başına geçirildi.

Hitler böylece “casus” olarak sızdığı partinin başına geçmiş oldu.

Milyonlarca insanın öleceği Avrupa’nın viraneye dönüşeceği, 6 milyon Yahudi’nin fırınlarda yakılacağı Nazi Almanya’sının führeri imalatçısı bu esrarengiz barondur.

Öylesine güçlüydü ki istediklerini bakan yapmak için Hitler’e söylemesi yeterliydi.

UZUN BIÇAKLAR GECESİ

Nazi Partisinin silahlı gücü “kahverengi gömlekliler” diye bilinirdi.

Hitler’i tahta oturtan kahverengi gömlekliler onu tahttan indirebilirlerdi de…

Bu nedenle Hitler, “SA” tehlikesine karşı “SS” askeri birliklerini kurdu.

1934 yılının 30 Haziran’ını 1 Temmuz’a bağlayan gecede bütün “SA” komutanlarının ve ileri gelenlerinin öldürülmesi için düğmeye bastı.

O gece en üst kademedeki 100 “SA” “SS” güçleri tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Tarihe “uzun bıçaklar gecesi” adıyla geçen o gece Baron Sebottendorf katliamdan kurtulmayı başarmıştı.

İstanbul’a kaçmıştı.

Şefik Hüsnü adıyla zaten Osmanlı vatandaşıydı. “Sonunun ne olduğu” yolunda iddialar çeşitli.

1945’te tabancayla kendini vurarak öldüğü… İstanbul Boğazına atlayarak intihar ettiği…

İddialardan sadece ikisi…

Ama doğru değil.

Çünkü…

1957 yılında Adana’da bir otelde kaldığı kayıtlardan ortaya çıktı.

Sonrasında ise 1965 yılının Aralık ayında, Üsküdar’da bir parkta donarak öldüğü haberleri yayınlandı.

Yapayalnızdı, sahipleneni olmadı.

Netice itibariyle Baron’un hayatı gibi ölümü de gizemlidir.

…………….

Bu yazıda yazar Yüce Katırcıoğlu’nun makalelerinden, ONEDIO, Merhum yazar Aytunç Altındal’ın kitabından da yararlandım.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir